ghg

CIWAN

(Altar Baykal'ın gerçek yaşamından alınmıştır)

8 - ELİTLER GRUBU AŞAĞILAMALARI VE "BEDENSEL" GERÇEKLER!

Yazı: ALTAR BAYKAL

ÖNCEKİ BÖLÜMLER

1 - Özgürlüğü Kovalarken Vurulanlar:
Liseden mezun olduğumda, saraylı bir ailenin tek varisi olarak her şeye sahiptim... özgürlük hariç. Üniversiteye girişte iki yıllık bir bilgisayar programcılığı bölümüne yerleştim; ama dersleri boşladım, gece hayatına daldım, sevgili listem bile beni takip edemez oldu. Atılma tehlikesiyle karşılaşınca, İngiliz edebiyatı tutkusu figürünü sahneye sürdüm ve ailemi ikna ederek yeniden sınava girdim. İstanbul Üniversitesi’nde hem politik bir evren, hem de yıldırım gibi çarpılacağım bir aşk beni beklemekteydi.

2 - Androjen Model ve Kayıt İşlerindeki Yıkım:
Üniversitede özgürlükle tanışırken, bir gün merdivenler arasında onu gördüm. Güzelliğiyle beni yıldırım gibi çarpmış olsa da beni fark bile etmedi. Havailikle kayıt yenilemeyi bile unutup , okuldan silinme riski ile karşılaşınca bir polis arkadaşım yardım edeceğini söyledi. Bana yardım edecek üst rütbeli sivil polis ise aşkımdı! Ağır Kürt lehçesi ve kalın ses ile konuştuğunda anladım: O bir erkekti.

3 - Algının Çöküşü ve Bedenin Geri Dönüşü: Bir Vajinası Yoktu:
Beynim onu kadın olarak dosyaladığı için büyük gerçeği bilincimde bir mezara gömdüm ve kaydımın yenilenmesi sonrası onu çaya davet ettim. Sohbet boyunca tüm etkileme taktiklerimi uyguladım ama o mesafeli zarafetini korudu. İnanılmaz güzelliği ile sesi ve lehçesi arasında acayip bir çelişki vardı. Tıpkı bir komedi skeci gibi! Solcu olsa da “artist” lakaplı bu androjen figür ile çayımız bitince ayrıldık. Garip bir yasla eve döndim. Başaramamıştım... Neyi? Kendimden sekiz yaş büyük bir erkeği etkilemeyi!

4 - Cartier Çakmakla 501’li Bir Hayalin Peşinde:
Vazgeçmek mi, savaşmak mı? Hedonist ve pervasız yanım galip geldi; pahalı bir Cartier çakmakla yeni bir görüşmeyi garantilemeye çalıştım. Onu fakülte girişinde yakaladım, heyecanla çakmağı verdim... ama o yine soğuk zarafetini koruyordu. Tam etkilenmediğini düşünürken, beni polis evine yemekli bir buluşmaya davet etti! Beni davet etmekiçin bizim kata çıkmıştı! Sevinç içinde ardından baktığımda artık o, 501 giymiş, kumral saçları uzamış bir bilmeceydi.

5 - Cinsiyetin Gölgeli Alanındaki Onay ve Bakışlar: Emirgan’daki polis evinde, içki, baharın çiçekleri ve mezeler eşliğinde güzel saatler geçirdik. Gözleri kehribar, cildi bal rengiydi; güzelliğiyle bilincimi meşgul ederken açıldım ve sordum "Seni erkek olarak göremiyorum desem kızar mısın?"

6 - Bir Nüfus Kağıdı ve Heteronormatif Gerçeklerle Yüzleşme: Androjen çekimiyle kurduğum duygusal yakınlık, beklenmedik bir kimlik bilgisiyle sarsıldı. O, düşlediğim gibi androjenliğini yaşama tutkusu ile dolu bir "ilahi güzel" değil, evli-barklı, çoluklu-çocuklu sıradan bir erkekti.

7 - Androjen Aşkın Ataerkil Hiyerarşisi: Doğum belgesini de içeren cüzdanını Teşvikiye caddesinin ortasına fırlattım ama -üstün olma, denetleme, şekillendirme oyunu içinde- kendi kimliğimden kaçıyordum.

8 - Elitler Grubu Aşağılamaları Ve "Bedensel" Gerçekler: Onu grubuma dahil etmekle nasıl bir hata yaptığımı ilk mayolu sahnede anladım. Sınıf farkımız ve androjenlikle ilgisiz erkek bedeni arasında sıkıştım.

9 - Artan Güzellik... Ve Arzuların Doğuşu: Grup gezmeleri bitmişti, yeni bir süreç başlamıştı. Onun, direktiflerimle giderek daha çarpıcı olması... ve benim, ona karşı arzumun inkar edilemez bir hal alması dönemi!




8 - ELİTLER GRUBU AŞAĞILAMALARI VE "BEDENSEL" GERÇEKLER!

Konuşan ceset havasında sordum:
- Geldim işte ne istiyorsun?
- Argadaş galmah istiyurum.
(Ben de… ben de… seni bir daha görmezsem ölürüm.)

Sözde tarafsızım, "Bu teklife sıcak bakmasa da, sağduyusu ile üzerinde düşünen dengeli adam" havasında bir süre bekledim. Dikkatle bana bakıyordu. Ben ise uzaklara… Kaşlarım çatık. Yüzüm asık.

Sonunda kararımı vermiş rolde somurtkan bir çehre ile "Pekala" dedim ve en küstah ve yampiri halim, en bitirim vurgulamam ile "Ama ırrrrkadaşım, baştan anlaşalım, benim makine errkeklere istim tutmaz!" diye hırıldadım.

Ne kadar kolaydır adam aşağılamak o yaşlarda. Kelimelerin hançer olduğunu bilmemekten, var edecekleri acıyı henüz tatmamış olmaktan kaynaklanır bu düşüncesizlik. Darbeleri ala-ala düşünceli olmayı öğrenir çoğu insan. Onun da yüzüne ani bir kasılma gelse de çabuk dağıldı ve konuştu:
- Ben de onu diyorum zaten.
- Seni arkadaşlarımla tanıştırırım. Arkadaşım olarak. Grup halinde görüşürüz. İstersen.

Grup lafını duyunca duraksadı. Hak verdim ona, ama geri adım atadım. Sonunda onu da kabul etti.
- İyi.
- Biz yarın denize gideceğiz, sen de gelebilirsin; ama görevdesin gündüzleri. Demek ki olmayacak.
- Kaytarırım.
(Sözler ona aittir; bu kelimeyi gelecekte sıklıkla kullanacaktı.)
- Pekala. O zaman mayonu havlunu al, yarın Sait Halim Paşa yalısının önünde buluşalım.

Cevap beklemeden binaya girdim.

Grup buluşması ise büyük bir fiyasko oldu… ama ondan çok ben stres içinde kaldım. Cıvan ise her zamanki sarsılmaz-donuk hali ile ona sürekli atılan "sözel darbeler" karşısında sallanmadı bile. Arkadaşım dediğim kişilerin onu benimsemeleri olanaksızlığını görememiştim. Grubum içinde bir senatörün Cadillac ile gezen oğlu, Boğaz sahilinde çok ünlü bir restoran sahibinin oğlu, BMW 216 ile gelen bir kız, annesi ile tüm yaz Tarabya otelinde kalan bir diğer kız… Cıvan ve temsil ettikleri, ya da temsil ettiğini sandıkları değerler, onlara göre düşmandı. Uzlaşma çabaları yoktu. Konuşma konuları tek yanağa gamze fiyatı, bir arkadaşın BMWsinin sadece 2002 olduğu için aşağılanması, kollar kavruk (kıvrık değil, kavruk) kıyafete Arpegé sürülmesi gerektiği…

O ise Pol-Derli, sol düşünceli, Kürt kökenli bir polis.

Hepimiz bronz tenliyiz. Bronzluk miktarı ve de erken bronzlaşma başarısı(!) -ki, bu sonuç için Bodrum'a Mayıs sonunda gidilirdi- bir statü ölçütü.

O ise hep açık alanda olduğu için bronz renkli yüzüne rağmen bedenen bembeyaz.

Giderek alaylar, küçümsemeler başladı. Örneğin az bronzlaşmış vücutları gösterip, "O da polis mi?" diye sormalar… daha sonra "Go for…" lar…

O ise karşı çıkmadı, cevap vermedi. "Onu getir, bunu götür"lere bile ses çıkartmadan heykel gibi denileni yaptı. Bende izi bulunmayan bu erkekçe olgunluğa hayran kalmamak zordu. Ataerkil düzende bizlere saldırganlık ezberletilse de, bir erkeğin en büyük gücü, saldırı karşısında sakin kalabilmesidir. Sakin kalmak, duygusal denge ve özdenetim gerektirir, bu olgunluk ve içsel güçle ilgilidir. Tasavvufta da “saldırıya karşı sükûnet”i bir erdem olarak görülür. Kuran'da da benzer bir ayet vardır: O çok merhametli Allah’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) “selam” derler (geçerler). Furkan 63.

Ancak Cıvan'a yapılan sübjektif işkenceler bana (sadistik yanıma) başta -daha öfkem üst seviyelerdeyken- garip bir zevk veriyor olsa da, giderek arkadaşım dediğim kişilerin terbiyesizliğinden gerilmeye başladım. Adım-adım keyfim sıfırlandı.

Aslında onu ilk mayolu gördüğümde ben de bir darbe almıştım. Elimi -her zamanki pervasızlığım ve düşüncesizliğimle nasıl bir taşın altına soktuğumu yeni-yeni anlıyordum. Bedeni tam bir erkek bedeniydi. Onun çıplak halini -yalana gerek yok- düşünmüştüm tabidir ki. Zihnimde canlanan (yani bilincim tarafından yapılandırılan) hafif bir adale altyapısı üzerine kurulu kadınca yumuşak hatlardı. Tıpkı yüzü gibi, iki cinsin arasında bir beden.

Oysa gerçekler bambaşkaydı: Adaleliydi. Sertti. Hatta -doğal olarak- az da olsa kılları vardı.

Bakamıyordum. Baktığımda bir el boğazıma sarılıyor gibi üzerime sıkıntı geliyordu.

O da bana, benim mayolu bedenime, neredeyse hiç bakmadı. Bence kendisi de aynı karmaşık duyguları hissetmekte, içinde olduğu çıkmazı görmeye başlamaktaydı.

<< ÖNCEKİ BÖLÜM    |    SONRAKİ BÖLÜM >>

Ana Sayfa    |    Altar Kimdir?    |    Kitapları    |    Yazıları    |    İletişim


Dizayn: Altar-Stil Team - İçerik: Altar Baykal    |    Copyright © 2023 -