|
CIWAN7 - ANDROJEN AŞKIN ATAERKİL HİYERARŞİSİ
Yazı: ALTAR BAYKAL
ÖNCEKİ BÖLÜMLER
1 - Özgürlüğü Kovalarken Vurulanlar:
Liseden mezun olduğumda, saraylı bir ailenin tek varisi olarak her şeye sahiptim... özgürlük hariç. Üniversiteye girişte iki yıllık bir bilgisayar programcılığı bölümüne yerleştim; ama dersleri boşladım, gece hayatına daldım, sevgili listem bile beni takip edemez oldu. Atılma tehlikesiyle karşılaşınca, İngiliz edebiyatı tutkusu figürünü sahneye sürdüm ve ailemi ikna ederek yeniden sınava girdim. İstanbul Üniversitesi’nde hem politik bir evren, hem de yıldırım gibi çarpılacağım bir aşk beni beklemekteydi.
2 - Androjen Model ve Kayıt İşlerindeki Yıkım:
3 - Algının Çöküşü ve Bedenin Geri Dönüşü: Bir Vajinası Yoktu:
4 - Cartier Çakmakla 501’li Bir Hayalin Peşinde: 5 - Cinsiyetin Gölgeli Alanındaki Onay ve Bakışlar: Emirgan’daki polis evinde, içki, baharın çiçekleri ve mezeler eşliğinde güzel saatler geçirdik. Gözleri kehribar, cildi bal rengiydi; güzelliğiyle bilincimi meşgul ederken açıldım ve sordum "Seni erkek olarak göremiyorum desem kızar mısın?" 6 - Bir Nüfus Kağıdı ve Heteronormatif Gerçeklerle Yüzleşme: Androjen çekimiyle kurduğum duygusal yakınlık, beklenmedik bir kimlik bilgisiyle sarsıldı. O, düşlediğim gibi androjenliğini yaşama tutkusu ile dolu bir "ilahi güzel" değil, evli-barklı, çoluklu-çocuklu sıradan bir erkekti. 7 - Androjen Aşkın Ataerkil Hiyerarşisi : Doğum belgesini de içeren cüzdanını Teşvikiye caddesinin ortasına fırlattım ama -üstün olma, denetleme, şekillendirme oyunu içinde- kendi kimliğimden kaçıyordum.
Ertesi gün sürekli aradı. Telefona cevap veriyor, sesini duyduğumda hemen kapatıyordum. Buna hakkım var mıydı? Yoktu. Ama kendimi aldatılmış hissediyordum. O, kendini ifade edemeyen, hem beden, hem ruhça androjen kimlik değil, evli-barklı, çoluk-çocuk sahibi, bir erkek polisti. Konunun öznesi o değil, farklı biri (farklı bir flörtüm) olsa gülüp geçecek genişlikte cinsel ahlak kriterlerim vardır. Ancak bu kez aşıktım. Erkek kimliğim aşk yüzünden zirvedeydi. Bu da şu demekti: Sahipleniciydim. (Hayır, aşırı sahiplenmek değil, sahiplenmek olumsuzdur. Sahip, karşısında edilgen bir "Uyaroğlu" bulunduğunu gösterir ve bu yanlıştır.) Arzum yönünde denetlemek ve şekillendirmek arzusu ile doluydum. Aşkı, yönetme hakkı olarak görüyordum. İşin içinde -uyum ve denge anlamında olan aşkta yeri olmayan- hiyerarşi duygularına batmıştım. Özetle, bu durumu kabullenemiyor "Tek önemli olan, birlikte sergilenen gerçeklerdir" şeklindeki sağlıklı düşünceleri üretemiyordum. Ancak kimliği bendeydi. Kimliksiz gezmek o dönemde çok riskliydi. Sonunda -bir anlamda mecburen, istemesem de- telefona cevap verip en soğuk sesimle adresimi verdim ve kısaca "Gece 2de evin önüne gel" diyerek telefonu kapattım. Gece yarısını geçen o saatlerde bomboş olan Teşvikiye caddesinde onu yeniden karşımda görünce bir kez daha içim heyecandan çekilmeye başladı. Bir büyüydü bu. Bana doğru her adım atışında farklı bir dünyaya sokuyordu bilincimi… mutluluk dolu bir evrene… Karşı-karşıya geldiğimizde herhangi bir konuda konuşmaya yer vermeksizin tıslar gibi: "Evli herif seni!" dedim. "Pis yalancı erkek!" Erkek olmasını suç ve hakaret etme nedeni olarak gören bir delilik içindeydim. İstediğim suratına bir yumruk atmaktı. Erkeklere tokat atılmazdı, yumruk atılırdı. Ama belinde silah vardı… Silahı olmasa… Polis olmasa… Atardım! Bu iki önemli unsur kendime hakim olmama aracılık ediyordu. O ise her zamanki sakin ve soğuk mood'undaydı. Başını önüne eğdi ve "Biziğm uraladağ buğ işleğr için gimseye fikr sormazlağğrr" diye konuştu. "Buğ benim isteğim değğğilll. Aağileğ gırar verdiğ."
Bu sözleri duyduğumda cinim tam tepeme çıktı: "Karını da ailen mi si… ti gö.. herif" diye hırladım ve cüzdanını kolumun tüm kuvveti ile boş caddeye fırlattım. Cüzdanın içinde ne varsa caddeye savrulmuştu; kimliği, kağıtlar, paraları… Önemli belgelerdi bunlar. O ise hiçbir tepki vermedi. Öfkelenmedi; yine o zarif yürüyüşü ile caddeye ilerledi, sağa- sola saçılmış şeylerin her birinin yanına giderek, eğilip doğrularak, tümünü acelesizce topladı, sonra ardına bir daha bakmadan uzaklaştı. İntikamımı almıştım. Görsündü bakalım. Karşısında kim olduğunu anlasındı. Rahatlamıştım. Hadi be! İçim bomboştu. Ne boşu? İçim doluydu… korku ile! Kaybetmiştim onu… Bitmişti.
Kafamda yine farklı sesler mırıldanmaya başladılar: Hepsini susturdum, en küçük bir düşünceye tahammülüm yoktu. Sessizce eve girdim. Üç Diazem yutup kendimden geçtim. Dilerim ölürüm diyordum.
Bu günkü bilincimle (bu yaşta bedenin değerini ve sağlığın anlamını yaşayarak öğrenen biri olarak) bunları gülümseyerek yazıyorum. Ertesi gün de sürekli aramaya başladı. Sürekli. Demek önceki günkü ısrarlı aramaların nedeni kimliğini almak değildi. Üvey annem arayanın kız arkadaşım sanıyordu. Sırdaşımdı, canımdı, oysa ona ilk kez yalan söylemiş ve Cıvan'ı kız diye anlatmıştım. Öfke nedenimi ise gerçek olarak dile getirmiştim. Annem, -olayı tam bilmediği için- kızmamı yersiz buluyor ve beni teselli etmeye uğraşıyordu. Ama açılamıyordum. Gerçekten kötüydüm. Okula gidemiyordum. Telefonlar o kadar arttı ki, zırıldayıp durmasın diye açmaya ve sesini duyunca kapatmaya başladım. Yine aradı… Yine aradı… Artık annem telefon çalınca gülümsüyordu. Ben de… ama için-için. Bu ölçüde aramak bir değer verme belirtisi değilse neydi? Sanırım üç gün sonra yumuşadım ve telefona yanıt verip kısacık "Ne istiyorsun?" diye sordum. O da tek kelime ile yanıtladı "Gonuşmakhhh". Susup ses çıkartmadım, doğrusu ya, bir süredir eğleniyordum. Aşık olduğunuz birinin, kendi cinsinizden olsa da, aşkınız yasak aşk olsa da, üzerinize düşmesi kimi eğlendirmez? Üstünlüğümün tadını çıkarıyordum. Yine o konuştu: "Ohula geğll… gonuşalım." Hiçbir şey söylemeden kapattım telefonu. Kıvransın biraz diyordum. Neden kıvranması gerekti ki? Bir şey yapmamıştı ki? Ertesi gün okula gitmekten geri durmadım. Kovalanıyordum. Üstündüm. Oysa aşkından deli olan bendim. Ve onu gördüm. Platformdaydı. Yalnızdı. Beni bekliyordu. O büyü yine sardı her yanımı. Güzelliğin gizemli efsunu… Güzellik bir ölçüde büyüdür. Kalbimizde varlığını sık sık unuttuğumuz bir Cennet köşesinin kapılarını açar. Oradan gelen misk-i amber kokuları ile mest olur, büyüleniriz.
Yüzüne bakmadan önünden bakmadan geçerken konuştu: Sonunda bahçede karşı karşıyaydık. O heyecan… O mutluluk… O sıkıntı… Ve o kıskançlık… O karmaşık hisler… Doyumsuzdu! Belki de aşk sadece buydu. Makrokozmosun yapısı nedeni ile sürekli mutlulukla bezeli olsa belki de bıkkınlık ve usanç verir, en azından böylesine yoğun duygular uyandıracak kadar çarpmazdı. Çarpılmak için ihtimal ki fırtınaya yakalanmak gerekti. Crowley'in Tarot serisinde, standart Tarot yorumunda "Aşk ve mutluluğun doruğu" olarak görülen "10 of Cups" çok farklı yorumlanır. Crowley bu kartın adına "Doygunluk" der. Instruction booklet'de kartın açılımı şöyledir: "Zevk kovalamacası mükemmel bir başarı ile taçlandı ve kişi istediğini elde ettiğinde o kadar istemediğini anladı… geride boşluk kaldı."
Fazla arabesk olacak ama: Acılarla mutluydum. ✨
|
| Ana Sayfa | Altar Kimdir? | Kitapları | Yazıları | İletişim |
| Dizayn: Altar-Stil Team - İçerik: Altar Baykal | Copyright © 2023 - |