|
CIWAN4 - CARTIER ÇAKMAKLA 501’Lİ BİR HAYALİN PEŞİNDE
Yazı: ALTAR BAYKAL
ÖNCEKİ BÖLÜMLER
1 - Özgürlüğü Kovalarken Vurulanlar: Liseden mezun olduğumda, saraylı bir ailenin tek varisi olarak her şeye sahiptim — özgürlük hariç. Üniversiteye girişte iki yıllık bir bilgisayar programcılığı bölümüne yerleştim; ama dersleri boşladım, gece hayatına daldım, sevgili listem bile beni takip edemez oldu. Atılma tehlikesiyle karşılaşınca, İngiliz edebiyatı tutkusu figürünü sahneye sürdüm ve ailemi ikna ederek yeniden sınava girdim. İstanbul Üniversitesi’nde hem politik bir evren hem de kaderin beni yıldırım gibi çarptığı bir aşka beni beklemekteydi. 2 - Androjen Model ve Kayıt İşlerindeki Yıkım: Üniversitede özgürlükle tanışırken, bir gün merdivenler arasında onu gördüm -güzelliğiyle beni yıldırım gibi çarptı.. ama o beni fark bile etmedi. Havailikle kayıt yenilemeyi bile unutup , okuldan silinme riski ile karşılaşınca bir polis arkadaşım yardım edeceğini söyledi. Bana yardım edecek üst rütbeli sivil polis ise aşkımdı! Ağır Kürt lehçesi ve kalın ses ile konuştuğunda anladım: O bir erkekti. 3 - Algının Çöküşü ve Bedenin Geri Dönüşü: Bir Vajinası Yoktu: Beynim onu kadın olarak dosyaladığı için büyük gerçeği beynimde bir mezara gömdüm veişlem sonrası onu çaya davet ettim; sohbet boyunca tüm etkileme taktiklerimi uyguladım ama o mesafeli zarafetini korudu. İnanılmaz güzelliği ile sesi ve lehçesi arasında inanılmaz bir çelişki vardı. Tıpkı bir komedi skeci gibi! Solcu olsa da “artist” lakaplı bu androjen figür çayımız bitince uzaklaştı. Garip bir yasla eve döndim. Başaramamıştım... Kendimden seksi yaş büyük bir erkeği etkilemeyi! 4 - Cartier Çakmakla 501’li Bir Hayalin Peşinde:Vazgeçmek mi, savaşmak mı? Hedonist ve pervasız yanım galip geldi; pahalı bir Cartier çakmağıyla yeni bir görüşmeyi garantilemeye çalıştım. Onu fakülte girişinde yakaladım, heyecanla çakmağı verdim... ama o yine soğuk zarafetini koruyordu. Tam etkilenmediğini düşünürken, beni polis evine yemekli bir buluşmaya davet etti! Sevinç içinde ardından baktığımda artık o, 501 giymiş, kumral saçları uzamış bir bilmeceydi. 5 - Cinsiyetin Gölgeli Alanındaki Onay ve Bakışlar: Emirgan’daki polis evinde, içki, baharın çiçekleri ve mezeler eşliğinde güzel saatler geçirdik. Gözleri kehribar, cildi bal rengiydi; güzelliğiyle bilincimi meşgul ederken açıldım ve sordum "Seni erkek olarak göremiyorum desem kızar mısın?" O gece çok az uyuyabildim. Sabah tüm yaşam enerjimi yitirmiş halde kalktım. Hey gidi gençlik. O yaşlarda ne de kolaydır aşk nedeniyle yıkılmak! ![]() Sürekli düşünüyordum; ama sadece onu değil, ne yapacağımı da… Ben kadın olarak görsem de kağıt üzerinde erkek olan birini baştan çıkartmaya çalışıyordum. Babam sıklıkla Abdülhak Hâmid'in Eşber adlı şiirinin "Galiptir olan bu yolda mağlup" mısraını yinelerdi. Benim için ise bu mısra "Mağluptur olan bu yolda galip" şeklinde okunabilirdi. Bir yanım "Aklını başına al, çıkmaz yol burası" diyordu. Bir diğer yanım "Toparlan ve eski şen yaşamına dön, 'üzerinde durma, bakalım ne olacak'a bağla" diye konuşuyordu. Üçüncü bir Altar ise, "Kalk ayağa ve savaş" diye haykırıyordu; "meydan okusana yine sınırlara! Ne oldu kuralsızlığın?" Meydan okumak? Savaşmak? Ne için savaşacaktım? Benden sekiz yaş büyük bir erkek için mi? Bir o düşünceye gittim, bir buna… sonra bir diğerine… Sonunda kimliğimin temel taşları olan hedonist, daima canının istediğini -her ne pahasına olursa olsun- yapan, körü körüne elde etmeye odaklı egosantrik ve üvey annemin sözü ile "pervasız" yanım galip geldi: Savaşacaktım! Nasıl yapacağımı bilmiyorum… ama pes etmeyecektim. Para! Para çok kişiyi yolundan çelerdi… ya da işleri yoluna koyardı. Parayı kullanacaktım.
Hemen bir plan yaptım. Değerli hanım müşterilerimden birinin bana armağan ettiği o yılların (80 öncesi yılların) statü sembolü olan çakmaklarından, Cartier'nin Le Must de Cartier serisinden, hiç kullanmadığım çakmağımı ona verecektim. Böylece bir görüşmeyi daha garantiliyordum. Para kabul etmemişti. Ben de bu pahalı çakmağı yaptığı yardıma teşekkür nişanesi olarak, şükranlarımı sunmak amacıyla armağan etmekteydim. (Ha-ha-ha; yersen! Ertesi gün platforumda yoktu. Bu canımı sıkmadı, çünkü onunla fakülte girişindeki kulübede olduğunda konuşmayı planlıyordum. Bu şekilde "Biraz dışarı gelir misiniz?" diyerek bahçeye çıkmamız ve baş başa kalma şansımız vardı. Platformda olduğunda ise imkan -daima kalabalık olan- ya alt kat, ya da üst kat ile sınırlıydı. Derse girdim, saatin bir an önce ilerlemesini istiyordum. Ders bitince hemen dışarı çıktım. Her ders arasında bir kat inip yukardan platforma bakacak, olup olmadığını kontrol edecek, orada değilse kulübeye inecektim. Tam dışarı çıkmış, merdivenlere doğru ilerliyordum ki, karşıdan o salınımlı yürüyüşü ile bana doğru gelmekte olduğun gördüm. Karşı karşıya geldik. Aynı boydaydık. Ben tam bir salak gibi heyecan içinde acele ile konuşmaya ve çakmak aldığımdan söz etmeye başladım. Ne selamlama… Ne hatır sorma… Hayatım boyunca hiç o kadar hızlı konuştuğumu ve bir zavallı acemi gibi durduğumu anımsamıyorum. Alışılmadık sarsaklığımın, kasıntı halimi sıfırlayan şapşallığımın nedeni aşktı. Deli gibi aşıktım. O ise yine kendine hakimdi. Yüzünde kıl oynamıyordu desem abartmış olmam. Oynamaması da iyiydi, "Bu heykelsi güzellik belki de mimiklerle kirlenebilir" şeklinde akla-mantığa yan çizen düşüncelerle doluydum. Çakmağı verdim. Birkaç kısa ve kuru nezaket sözü ile teşekkür etti. Hiç etkilenmemişti. Ama ardından "Öğüncehi ğünhü suhbetimizeğ dvağm etmehh ısterseğiz zizi pulis evineğ yeme-eğ cağırmakkhh ısteğğriğğm" dedi. Bu bir davetti! Bunu söylemek için benim kata kadar çıkmıştı.
Çakmağımı boşuna vermiştim. İçki içip içmediğimi sordu, içmeye bayıldığımı söyleyince yüzüne bir gülümseme gölgesi geldi-gitti. Cumartesi öğle saatinde yemekli-içkili buluşma için sözleştik. Ve bir yorum yapmadan, bir sevinç, ya da herhangi bir duygu emaresi göstermeden kibarca veda etti ve dönüp uzaklaşmaya koyuldu.
Bana yine ardından bakmak kalmıştı. Ama bu kez yüreğimde sevinç dolu bir ümit vardı. Davetinin verdiği enerji ile hayallerim coşmuştu: Şimdi gözümün önündeki imajı Kürtlerde pek görülmeyen açık kumral, düz ve yumuşak saçlarının uzun olduğu şekilde idi. Üzerindeki ütü izi yok olmuş, boruya dönmüş erkek pantalonu yerini ince bacaklarını sımsıkı saran o zamanların en popüler jean markası 501'e bırakmıştı. Ayaklarında ise topuklu sandaletler vardı. Görüntüsünde reel olan tek şey ise her zamanki "omuzlarını her adım atışında öne-arkaya alan" ilginç yürüyüşü idi.
|
Ana Sayfa | Altar Kimdir? | Kitapları | Yazıları | İletişim |
Dizayn: Altar-Stil Team - İçerik: Altar Baykal | Copyright © 2023 - |