ghg

CIWAN

(Altar Baykal'ın gerçek yaşamından alınmıştır)

10 - TAKSİ DÖŞEMESİNİ GÖL EDEN KANIM

Yazı: ALTAR BAYKAL

ÖNCEKİ BÖLÜMLER

1 - Özgürlüğü Kovalarken Vurulanlar:
Liseden mezun olduğumda, saraylı bir ailenin tek varisi olarak her şeye sahiptim... özgürlük hariç. Üniversiteye girişte iki yıllık bir bilgisayar programcılığı bölümüne yerleştim; ama dersleri boşladım, gece hayatına daldım, sevgili listem bile beni takip edemez oldu. Atılma tehlikesiyle karşılaşınca, İngiliz edebiyatı tutkusu figürünü sahneye sürdüm ve ailemi ikna ederek yeniden sınava girdim. İstanbul Üniversitesi’nde hem politik bir evren, hem de yıldırım gibi çarpılacağım bir aşk beni beklemekteydi.

2 - Androjen Model ve Kayıt İşlerindeki Yıkım:
Üniversitede özgürlükle tanışırken, bir gün merdivenler arasında onu gördüm. Güzelliğiyle beni yıldırım gibi çarpmış olsa da beni fark bile etmedi. Havailikle kayıt yenilemeyi bile unutup , okuldan silinme riski ile karşılaşınca bir polis arkadaşım yardım edeceğini söyledi. Bana yardım edecek üst rütbeli sivil polis ise aşkımdı! Ağır Kürt lehçesi ve kalın ses ile konuştuğunda anladım: O bir erkekti.

3 - Algının Çöküşü ve Bedenin Geri Dönüşü: Bir Vajinası Yoktu:
Beynim onu kadın olarak dosyaladığı için büyük gerçeği bilincimde bir mezara gömdüm ve kaydımın yenilenmesi sonrası onu çaya davet ettim. Sohbet boyunca tüm etkileme taktiklerimi uyguladım ama o mesafeli zarafetini korudu. İnanılmaz güzelliği ile sesi ve lehçesi arasında acayip bir çelişki vardı. Tıpkı bir komedi skeci gibi! Solcu olsa da “artist” lakaplı bu androjen figür ile çayımız bitince ayrıldık. Garip bir yasla eve döndim. Başaramamıştım... Neyi? Kendimden sekiz yaş büyük bir erkeği etkilemeyi!

4 - Cartier Çakmakla 501’li Bir Hayalin Peşinde:
Vazgeçmek mi, savaşmak mı? Hedonist ve pervasız yanım galip geldi; pahalı bir Cartier çakmakla yeni bir görüşmeyi garantilemeye çalıştım. Onu fakülte girişinde yakaladım, heyecanla çakmağı verdim... ama o yine soğuk zarafetini koruyordu. Tam etkilenmediğini düşünürken, beni polis evine yemekli bir buluşmaya davet etti! Beni davet etmekiçin bizim kata çıkmıştı! Sevinç içinde ardından baktığımda artık o, 501 giymiş, kumral saçları uzamış bir bilmeceydi.

5 - Cinsiyetin Gölgeli Alanındaki Onay ve Bakışlar: Emirgan’daki polis evinde, içki, baharın çiçekleri ve mezeler eşliğinde güzel saatler geçirdik. Gözleri kehribar, cildi bal rengiydi; güzelliğiyle bilincimi meşgul ederken açıldım ve sordum "Seni erkek olarak göremiyorum desem kızar mısın?"

6 - Bir Nüfus Kağıdı ve Heteronormatif Gerçeklerle Yüzleşme: Androjen çekimiyle kurduğum duygusal yakınlık, beklenmedik bir kimlik bilgisiyle sarsıldı. O, düşlediğim gibi androjenliğini yaşama tutkusu ile dolu bir "ilahi güzel" değil, evli-barklı, çoluklu-çocuklu sıradan bir erkekti.

7 - Androjen Aşkın Ataerkil Hiyerarşisi: Doğum belgesini de içeren cüzdanını Teşvikiye caddesinin ortasına fırlattım ama -üstün olma, denetleme, şekillendirme oyunu içinde- kendi kimliğimden kaçıyordum.

8 - Elitler Grubu Aşağılamaları Ve "Bedensel" Gerçekler: Onu grubuma dahil etmekle nasıl bir hata yaptığımı ilk mayolu sahnede anladım. Sınıf farkımız ve androjenlikle ilgisiz erkek bedeni arasında sıkıştım.

9 - Artan Güzellik... Ve Arzuların Doğuşu: Grup gezmeleri bitmişti, yeni bir süreç başlamıştı. Onun, direktiflerimle giderek daha çarpıcı olması... ve benim, ona karşı arzumun inkar edilemez bir hal alması dönemi!

10 - Taksi Döşemesini Göl Eden Kanım: Hırsla doluyduk. Ne ben uzlaşmaya açıktım, ne o. Bize öğretilen düşmanlık ve öfkeden başka bir şey bilmiyorduk. Sonunda kanım aktı. Kasığımda kalan iz, dans kliplerimde hâlâ görünür.




10 - TAKSİ DÖŞEMESİNİ GÖL EDEN KANIM

Cıvan'ın solcu arkadaşının bana ölesiye düşman olduğu ilk andan belli oldu. Apaçık gördüğüm üzere bu duruma Cıvan da hazırlıklı değildi. Üstelik bu adamın duyguları benim arkadaşların Cıvan'a hisleri gibi küçümseme ve hor görme değil, ağır nefretti. Tahmin edebileceğiniz gibi giderek tartışmaya başladık.

Düşüncelerini savunmak adına birkaç ezbere cümleden fazlasına yetecek birikimi yoktu. Hiç abartmıyorum, tüm idealist havasına karşın derin felsefeler ve idealarda benim kadar yetersizdi.

Aklımda "temcit pilavı" gibi tekrarladığı için kalan bazı sözler şunlar:

Burjuvaziye karşı birleşmek
Sermaye düzenini yıkmak
Sömürüye karşı direniş
Halkın gücü, halkın iktidarı
Halk için sanat, halkla birlikte sanat

Traji komiktir: Bu gün bir pagan olarak direniş-mirenişi geçin, onunla (hatta belki de o insanların inançlarıyla) aynı fikirdeyim.

"Ataerkil kültür" başlığında burjuva değerlerine,
"Batılılık" kavramı gerisine saklanıp sıradan kişileri (halkı) toptan küçümseyen, "çağdaşlık" kisvesi ile elit olmak (üste çıkmak) amacını taşıyan kişilere,
"aydın" kimliği adına özellikle Amerika çıkışlı TÜM düşünceleri kabul ediveren çevreme,
hayvanlar üzerinde güzellik ürünlerini deneyen markalara,
ruh öldüren hiyerarşilerle köle eden kârcı çok uluslu şirketlere,
sahip olunan zenginliği paylaşmamaya,
sıklıkla eleştiriler yönelttiğim olmakta.

O adamlar da bunları söylemekteydiler zaten.

Sanatın da basit ve sadece bakanın/duyanın çoğuna (olağan kişilere) zevk verecek (zevk, mutluluk yaratacak olabilir) şekilde üretilmesi gerektiğine inanmaktayım. (Bu konuda Kadîm Tanrıçaların Sanatı adlı bir kitap bile yazdım. Janus722 sitesi üyelerine ücretsizdir. Ücretsiz İsteyin! )

Oysa eski komünist liderler lüks yaşamdaydılar. Örneğin Castro (Havana'daki özel konutu), Tito (Brijuni Adası’ndaki lüks villası), Kim-jong (özel yatları), Brejnev (lüks araba koleksiyonu) vb. 80 öncesinin bazı yazar, sanatçı ve akademisyenleri sürekli "halk-da-halk" dedikleri ve lüksün en minik kırıntılarına bile tepki verdikleri halde, günümüzde yüksek gelirli yaşamlar içinde, halka yönelik ağır küçümseme içindeler. Hiç unutmam, İTÜ'den sol düşünceli bir doçent, bu gün profesör, çok ünlü ve lüks bir yaşam sürmekte, yurt dışından kedime mama getirdiğimi öğrenince "Türkiye'de açlık var" sözleri ile beni haşlamıştı. İngiltere'de bir de makale yayınlanmıştı "Dünyanın en mutsuz zenginleri Türkiye'de" diye. Lüksü geçin, konforlu yaşam bile ayıplanırdı bu kişilerce. Her şey gibi o "moda" da geldi-geçti. "Lüks kutsaldır" diyen anaerki haklı çıktı.

Hem benim, hem onların hatası, tepkisel ve hırs temelli yaklaşımda olmamızdı. Biz, bize inandırılandan başkasına Malkoçoğlunun kılıcı benzeri "çifte su verilmiş çelik" sertliğindeki surlarla kapalıydık. Surların gerisindeki temel olgu ise "bizden olmayana" nefretti.

İnancını hırs üzerine kuranlar, sonunda çıkışsız bir savaş alanında sıkışıp kalırlar. Ataerki, "sertlik ve esneklikten yoksunluk içinde karşı çıkmak" adı verilebilecek tavrın galibiyeti kesin kıldığını savunsa da, HİÇ BİR savaşın gerçek bir kazananı yoktur; çünkü her galip, zafer sandığı sonucu -kavga ortamında celp edip yansıttığı enerjiler yüzünden- başka bir zeminde kayıp olarak yaşayacaktır.
]

Giderek önce ağız dalaşı, ardından kavga çıktı. İş kısa sürede dövüşe erişti. Cıvan engel olamadı; karnıma, daha doğrusu sağ kasığıma, bu gün hala izini taşıdığım, dans kliplerimde (örneğin "Melancholia - Nox Arcana"'da) giydiğim tanganın üzerinde açıkça görülebilen kötü bir yara alıp kendimden geçtim.

Detay verip anlatıma trajedi katmak istemiyorum. O olay da geldi-geçti. Evet, bedenimde izi kaldı; ama bilincimdeki izleri silmeyi çoktan öğrendim: Her iz, sevgili okurlarım, sadece bir nöral yolaktır. Yolak, patika demektir. Patikalar, üzerinden geçilmezse silinir giderler. Onlara "patika" adını ise ben değil, bilim vermiştir. Bu günkü bilincime o kişiye de hak vermekteyim. O sadece düşmandı… ama sakin bir deniz, bir benzin denizi gibiydi. Ben ise hem düşman, hem ateşliydim (ateştim). Bu günkü kimliğimde onunla karşılaşsam, küçük çabalarla, Üstat'tan öğrendiklerimle, kavgayı, dövüşü geçin, bir ölçüde de olsa dostluk köprüsü kurabileceğimi düşünmekteyim.

Gözlerimi bir takside açtım. Tercihli yoldaydık ve trafik polisi tarafından durdurulmuştuk. Polis araç içine baktığında beni görünce geçmemizi işaret etti. Taksi klakson çala çala ilerlemeye koyuldu.

Yarı baygın halde nereye gittiğimizi sordum, beni hastaneye götürmekte olduğunu öğrenince bir arkadaşıma gitmek istediğimi söyledim. O ne yapılması gerektiğini bilirdi. Adresi verdim ve yine dalgınlaştım.

Arkadaşım dediğim kişi 80li yılların TV'da da programlar yapan ünlü psikoloğu Suna Tanaltay'dı.

Apartmanı önünde Cıvan beni araçtan indirdiğinde nedense geri dönüp baktım ve taksi döşemesinin kanımla göle döndüğünü gördüm.

<< ÖNCEKİ BÖLÜM

= DEVAM EDECEK =

Ana Sayfa    |    Altar Kimdir?    |    Kitapları    |    Yazıları    |    İletişim


Dizayn: Altar-Stil Team - İçerik: Altar Baykal    |    Copyright © 2023 -