ghg

CIWAN

(Altar Baykal'ın gerçek yaşamından alınmıştır)

1 - ÖZGÜRLÜĞÜ KOVALARKEN VURULANLAR

Yazı: ALTAR BAYKAL

ÖNCEKİ BÖLÜMLER
1 - Özgürlüğü Kovalarken Vurulanlar: Liseden mezun olduğumda, saraylı bir ailenin tek varisi olarak her şeye sahiptim — özgürlük hariç. Üniversiteye girişte iki yıllık bir bilgisayar programcılığı bölümüne yerleştim; ama dersleri boşladım, gece hayatına daldım, sevgili listem bile beni takip edemez oldu. Atılma tehlikesiyle karşılaşınca, İngiliz edebiyatı tutkusu figürünü sahneye sürdüm ve ailemi ikna ederek yeniden sınava girdim. İstanbul Üniversitesi’nde hem politik bir evren hem de kaderin beni yıldırım gibi çarptığı bir aşka beni beklemekteydi.
2 - Androjen Model ve Kayıt İşlerindeki Yıkım: Üniversitede özgürlükle tanışırken, bir gün merdivenler arasında onu gördüm -güzelliğiyle beni yıldırım gibi çarptı.. ama o beni fark bile etmedi. Havailikle kayıt yenilemeyi bile unutup , okuldan silinme riski ile karşılaşınca bir polis arkadaşım yardım edeceğini söyledi. Bana yardım edecek üst rütbeli sivil polis ise aşkımdı! Ağır Kürt lehçesi ve kalın ses ile konuştuğunda anladım: O bir erkekti.
3 - Algının Çöküşü ve Bedenin Geri Dönüşü: Bir Vajinası Yoktu: Beynim onu kadın olarak dosyaladığı için büyük gerçeği beynimde bir mezara gömdüm veişlem sonrası onu çaya davet ettim; sohbet boyunca tüm etkileme taktiklerimi uyguladım ama o mesafeli zarafetini korudu. İnanılmaz güzelliği ile sesi ve lehçesi arasında inanılmaz bir çelişki vardı. Tıpkı bir komedi skeci gibi! Solcu olsa da “artist” lakaplı bu androjen figür çayımız bitince uzaklaştı. Garip bir yasla eve döndim. Başaramamıştım... Kendimden seksi yaş büyük bir erkeği etkilemeyi!
4 - Cartier Çakmakla 501’li Bir Hayalin Peşinde:Vazgeçmek mi, savaşmak mı? Hedonist ve pervasız yanım galip geldi; pahalı bir Cartier çakmağıyla yeni bir görüşmeyi garantilemeye çalıştım. Onu fakülte girişinde yakaladım, heyecanla çakmağı verdim... ama o yine soğuk zarafetini koruyordu. Tam etkilenmediğini düşünürken, beni polis evine yemekli bir buluşmaya davet etti! Sevinç içinde ardından baktığımda artık o, 501 giymiş, kumral saçları uzamış bir bilmeceydi.
5 - Cinsiyetin Gölgeli Alanındaki Onay ve Bakışlar: Emirgan’daki polis evinde, içki, baharın çiçekleri ve mezeler eşliğinde güzel saatler geçirdik. Gözleri kehribar, cildi bal rengiydi; güzelliğiyle bilincimi meşgul ederken açıldım ve sordum "Seni erkek olarak göremiyorum desem kızar mısın?"



Liseden mezun olduğumda "saraylı" bir ailenin tek çocuğu olarak her şeye sahiptim… Özgürlükten başka!

Aile dedim ama, aile diye sadece anne tarafımı bilirim. Varoş semtteki bir bakkalın oğlu babam, padişahtan beratlı bir ailenin "kolejli" kızına abayı yakınca, sevdiği kızın ona kucak açan ailesine girmiş, geçmişi ile bağları zayıflatmış, kendini yetiştirerek ortama uyum sağlamıştı. Buna bir anlamda mecburdu; çünkü anne tarafımda ise herkes yüksek eğitimliydi.

Lise eğitimi sonrası -böyle bir ailenin varisi konumunda- önümde iki seçenek vardı: Ya üniversite okumak (dört yıllık özgürlük), ya da aile işlerini öğrenmek adına farklı ve baskıcı bir eğitime girip, hiç anlamadığım işlere gömülmek…

Ben birinciyi seçtim.

O zamanlarda da üniversite giriş sınavları vardı ve ben dört yıllık bölümleri istesem de, iki yıllık BÜ, ÖNLYÖ Bilgisayar Programcılığını kazandım.

Çok yeni bir branştı bu bölüm ve hoca bulunamadığı için iş adamları derslere girmekteydi. Cobol hocası ise ancak 19:30da gelebildiği için ders 21:30da bitiyor, oradan "center"a gidiliyor ve sistem başında egzersiz yapılıyordu.

Bu demekti ki gece 23:00ü geçe eve dönme şansım vardı.

Şansımı sonun dek kullandım. Derslere hiç girmedim. Lise boyunca yapamadığım her şeyi yaptım. Para bol… Tipim de fena değil… Enerji ve gözü karalık üst düzey… "Özgürce gezme hayatı"nı tanımaya başlamıştım. Lisedeyken ise arkadaş partilerine gitmem bile yasaktı. "Ama herkes gidiyor" dediğimde yanıt hep aynı olurdu: Ben "herkes" değil, bir "…"dum. (Noktaların yerinde annemin kızlık soyadı var.)

Bu notlarla üniversite özgürlüğü cümbüşü içinde tabidir ki derslerden sürekli "efliyordum" (sınavlardan F alıyordum). Sonunda üniversite psikoloğu benimle iletişim kurdu ve "Seni anlıyorum, derslere ve yeni çevreye adaptasyon zordur" mealinde bir mesaj yolladı. Benim sıkıntım ise sevgili listemdeki isimleri "kollabore edebilmekti". Hepsi kıskançlık ve/veya yaptıklarıma dehşet içindeydiler. Örneğin İTÜ'den kendimden yaşça büyük bir (hala ünlü) jeofizikçi, aileme benden dert yanan bir mektup yollamıştı.

Üniversitede kalmamın en küçük bir yolu yoktu artık. Çalışmazsam atılacaktım. Oysa tuvaletleri temizlemek bile benim için ders çalışmaya oranla daha çekiciydi. (İlerdeki müflis yıllarımda ise çöp toplama ve apartman silme gibi işlerde çalışacağımı henüz bilmiyordum.)

Ben de bir plan yaptım. Adım adım, sabırla uygulamam gereken bir plandı bu. Senaryom gereği ailemi İngiliz edebiyatı hayranı olduğuma inandıracak ve yeniden üniversite sınavına girecektim. Artık Chaucer, Milton, John Donne, Ben Jonson'ın kitapları elimden düşmüyordu.

Sonunda hepsini ikna ettim (hadi be… kandırdım). Edebiyat alanında yapacağım çok şey vardı. O devirlerde de ufaktan birşeyler yazdığım için inanmaları kolay oldu. Üniversitede kalıp Profesör bile olabilirdim. Büyülü kelime "saygınlık"tı. Ailede hep bir profesör varlığının eksikliği duyulmaktaydı. Ben kapatacaktım bu boşluğu.

Hedefi 12'den vurmuştum.

O zeki, o güzel insanların bu palavralara kanacak kadar kör olmalarına hala şaşarım. Gözlerine mil çekmiş, efsunlarla dolu dünyalarında beni değil, görmek istedikleri Altar'a bağlanmışlardı.

Bir daha sınava girdim. Kolayca İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili Edebiyatı'nı kazandım… ve her şey başladı.

BÜ'de kaydımı sildirirken bazı elemanlar beni uzaylı gibi incelemişlerdi. Ne de olsa herkes İÜ'den BÜye gelmek istiyordu… ben ise tersi.

Yeni üniversite farklı bir dünya değil, evrendi. 12 Eylül öncesindeyiz… Her yer anarşi. BÜ de olay, boykot görmemişim. Burada ise her kat bir politik görüşe ait! Sağcıların katı, solcuların katı, ülkücülerin katı… Biz, elitler (Robertliler, Üsküdar Amerikan'dan, English High School'dan gelenler vb.) en üst kattaydık. Dört (belki de yediydi, unutmuşum) katı yürüyerek çıkmak ve garip, farklı giyimli kişilerin aralarından geçmek zorundaydınız.

Girişlerde polis kontrolları vardı, her şeyinizi arıyorlardı. Her yer polis doluydu. Merdivenlerin orta yerindeki platformlarda bile daima 1-2 polis duruyordu. Herkes birine düşmanca bakıyordu. İnsanlar kim öğrenci, kim hademe anlaşılmayacak kadar kılıksızdı… ve bu paspallık onaylanmakta, hatta onurlanmaktaydı.

Stilimden, şıklığımdan hiçbir ödünde bulunmadım. Kimse de düşmanlık etmedi. Sanırım bunun nedeni bana dört yıllık özgürlük verecek bu ortamı seviyor olmamdı. Sınıftaki herkes bana özel kişi muamelesi yapıyordu. Onlardan büyüktüm, BÜden gelmiştim, dansçıydım. Ortamda o kadar rahattım ki, biraz ders çalışmaya bile karar verdim. O tarihlerde okuma manyağıydım, elime geçen her şeyi okurdum. Üstelik edebiyatı da çok severdim. İngilizcem ise üst düzeydi. İlk derste burada mutlu olacağımı anlamıştım.

Bilmediğim ise kozmik şakacının bana ilk planımda verdiği desteği sürdürmekten vaz geçmiş olmasıydı; yani işler hiç de göründüğü gibi gitmedi. Kader benim için bambaşka planlar yapmaktaydı.

Her şey o gün başladı, merdivenler arasındaki o platforma hiç bir neden yokken, nedensizce baktığımda… iki polisin arasında o Best Model'i gördüğümde…

Aslında bu bir başlangıç değil, bir sondu; çünkü beni bir yıldırım çarpmıştı. Evet, belki ölmemiştim; ama tam kalbimden vurulmuştum.

SONRAKİ BÖLÜM >>

Ana Sayfa    |    Altar Kimdir?    |    Kitapları    |    Yazıları    |    İletişim


Dizayn: Altar-Stil Team - İçerik: Altar Baykal    |    Copyright © 2023 -